1. ARAŞTIRMANIN ARKA PLANI VE AMACI
1.1. Türkiye’nin Mevcut Gündemine Genel Bakış
Kadının İnsan Hakları-Yeni Çözümler Derneği (KİH-YÇ) tarafından 2012-2018 arasındaki 7 yıllık dönemde uygulanan eğitim programlarının etkisini bağımsız bir araştırma raporu çerçevesinde analiz ederken, Türkiye’deki mevcut kadının insan hakları gündemi ve genel sivil toplum iklimini de değerlendirmek önem taşımaktadır. Türkiye’deki genel sosyal ve siyasal iklimi göz önünde bulundurmadan sivil alanda yapılan herhangi bir insan hakları çalışmasının kendi içindeki değişimini ve dönüşümünü tam olarak ortaya koymak mümkün değildir. Bu açıdan bakıldığında, genel itibarıyla 2012 sonrası dönemin Türkiye’de kadın hareketi ve toplumsal cinsiyet eşitliği çalışmaları için gittikçe zorlaşan bir iklime işaret ettiği söylenebilir.

Kadının İnsan Hakları Eğitim Programı’nın (KİHEP) sahada uygulanması açısından 2012 yılı önemli bir dönüm noktasına işaret etmektedir. 1998 yılından 2012 yılına kadar Kadının İnsan Hakları-Yeni Çözümler Derneği’nin (KİH-YÇ) Başbakanlık Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) Genel Müdürlüğü ile resmi bir protokol çerçevesinde iş birliği içinde uyguladığı KİHEP, 2012 sonrasında bu iş birliğinin fiilen son bulması ile birlikte ağırlıklı olarak belediyeler ve bağımsız kadın örgütleri ile iş birliğinde uygulanmaya
başlamıştır. Kamu ile bu önemli iş birliğinin sonlanması, SHÇEK’te görev yapan ve resmi görevlerinin bir parçası olarak KİHEP grubu uygulayan grup yönlendiricilerinin sahada grup oluşturamamasına ve KİHYÇ’nin eğitici havuzunda da kayıplara neden olmuştur. Kamu ile iş birliğinde yaşanan bu olumsuz değişim, ülkede genel olarak kadının insan hakları alanında yaşanmaya başlanan siyasi ve toplumsal sorunların bir sonucu olarak değerlendirilebilir.

Mayıs 2011’de Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ni çekincesiz olarak imzalamasının hemen ardından Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı kapatılarak yerine Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı (ASPB) kurulmuştur. Sonrasında 2018 yılında ASPB de kapatılarak yerine Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı adıyla yeni bir bakanlık kurulmuştur. “Kadın” kelimesinin sözü geçen bakanlıkların adından çıkarılması 2012 sonrasında siyasi iradenin kadın konusundaki söyleminin de önemli bir habercisi olmuştur. Bu dönemde kamu görevlileri, hükümet temsilcileri ve bakanların kamuoyunda görünür olacak şekilde kadına yönelik ayrımcı söylemleri artmaya başlamıştır.1

Öte yandan, 2013 sonrasındaki dönemde sayıları ve güçleri artan Hükümet Destekli Sivil Toplum Örgütlerinin “eşitlik” yerine “adalet” söylemlerini yaygınlaştırmaya başlaması, bu örgütlerin devletle yakın ilişki içinde yaygın programlar ve projeler uygulaması ve uluslararası arenada görünür olması, bağımsız feminist kadın örgütleri için diğer bir mücadele alanına işaret etmektedir. Gerek devlet ile, gerekse
uluslararası yapılar ile diyalogda ortaya çıkan yeni ilişki kurma biçimi sonucu, çoğu kadın örgütü için fon bulmak, uluslararası kurumlar ve platformlar ile proje geliştirmek ve bu ilişki ağlarına dahil olmak daha da güçleşmeye başlamıştır. Bu sorunun dikkat çekici bir yansıması 2014 yılında İstanbul Sözleşmesi kapsamında Türkiye’nin Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddete Karşı Aktif Uzmanlar Grubu (GREVIO)
adayının seçim sürecinde yaşanmıştır. Seçim sürecinin yeterince şeffaf ve katılımcı olmaması ve sivil toplum temsilinin kısıtlanmaya çalışılması bağımsız kadın hareketi tarafından güçlü itirazlarla karşılanmıştır. GREVIO’nun yeni dönem üyelerinin seçimi için de resmi sürecin yeterince şeffaf ve açık olmadığına dair güncel eleştiriler hala mevcuttur.2

2016 yılında yayımlanan Aile Bütünlüğünü Olumsuz Etkileyen Unsurlar İle Boşanma Olaylarının Araştırılması ve Aile Kurumunun Güçlendirilmesi İçin Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırma Komisyonu Raporu3 da kadın erkek eşitliği yerine ailenin güçlendirilmesi ideolojisinin yansıma bulduğu ve bağımsız kadın örgütleri tarafından sert bir şekilde eleştirilen başka bir resmi söylem örneği olmuştur.4 2016 yılının sonlarına doğru Türk Ceza Kanunu’nun “çocukların cinsel istismarı” başlıklı 103. maddesinin değiştirilmesine yönelik olarak hükümetin verdiği önerge, kadın hareketi içinde bir diğer büyük tepkiye yol açmış ve yaygın protesto kampanyaları sonucunda önerge geri çekilmiştir. Cinsel istismara uğramış çocukların, istismar eden kişi ile evlenmeleri durumunda failin cezasının ertelenmesine ve beş yılın sonunda davanın düşmesine yönelik olan ve son derece kaygı uyandıran bu önergenin 2019 yerel seçimleri öncesinde yeniden Meclis gündemine taşınacağı tartışmaları gündemde idi.

Öte yandan, 15 Temmuz 2016 sonrasında Olağanüstü Hal’in ilanı ve bu süreçte bazı kadın örgütlerinin kapatılması, bağımsız kadın hakları aktivistlerine yönelik gözaltılar, kadınlara yönelik çalışmalar yapan çeşitli belediyelere atanan kayyumların kadın danışma merkezlerini ve sığınaklarını kapatmaları kadının insan hakları alanındaki çalışmaları güçleştirmiş ve mevcut kazanımları geriye götürmüştür. 2018’in son çeyreğinde yasal nafaka hakkı ile ilgili tartışmalar gündeme gelmiş ve son olarak Şubat 2019’da Yargıtay 2. Hukuk Dairesi Başkanı’nın açıklamasında olduğu gibi nafakanın süresi ve yoksulluk nafakasına yönelik kadınları mağdur edecek açıklamalar, kadınların ulusal ve uluslararası hukuktan doğan kazanılmış haklarını hiçe sayarak cinsiyetçi yargı pratiklerini teşvik etmeye devam etmiştir.

2019 yılı Şubat ayında Yükseköğretim Kurumu’nun (YÖK) Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi’ni durdurması ve bu projeye ilişkin belgeyi internet sitesinden kaldırması Türkiye’de eğitim alanında toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanabilmesi için önemli bir aracın ortadan kaldırıldığına ve eşitlik alanındaki kazanımlarda bir geriye gidişe işarettir.

Nitekim 31 Mart 2019’da gerçekleşen yerel seçimlerde 8.257 belediye başkan adayının sadece 652’sinin kadın olması (%7,8), kadın adayların görmezden gelindiği, siyasi partilerin karar organları ve karar alma mekanizmaları ile siyasi temsil konularında kadınlara öncelik vermek istemedikleri şeklinde yorumlanmaktadır. Nitekim 652 gibi son derece sınırlı bir sayıyı temsil eden kadın belediye başkan
adaylarından sadece 43 tanesi seçilebilmiştir.

Yukarıda belirtilen tüm bu gelişmeler birlikte değerlendirildiğinde, 2012 sonrası dönemin hak temelli feminist örgütlerin kadınlara ulaşma ve faaliyetlerine aktif bir şekilde devam etmelerini oldukça zorlaştırdığını söylemek mümkündür. Mevcut koşullar göz önünde bulundurulduğunda, alternatif yöntemler geliştirmenin, yeni iş birliklerini değerlendirmenin ve ulusal ve uluslararası dayanışmayı
artırmanın önemi daha da belirginleşmektedir.

1 CEDAW – STYK 7. Dönem Gölge Raporu (http://kadinininsanhaklari.org/wp-content/uploads/2018/08/cedawg%C3%B6lge-2016-TR.pdf) & Hrant Dink Vakfı Medyada Nefret Söylemi Raporu
(https://hrantdink.org/tr/asulis/yayinlar/72-medyada-nefret-soylemi-raporlari/1885-medyada-nefret-soylemimayis-agustos-2018)

2 http://www.kadinininsanhaklari.org/kadin-ve-lgbti-orgutlerinden-cagri-turkiyenin-istanbul-sozlesmesidenetleme-komitesi-grevio-adayi-prof-dr-feride-acar-olmalidir/

3 https://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem26/yil01/ss399.pdf

4 Rapor’da boşanma ve şiddet vakalarında zorunlu danışmanlık ve arabuluculuk uygulanması, çocuklarla cinsel
ilişkide “rıza” aranabileceği ve taciz eden kişi ile çocuğun evlendirilmesi durumunda kişinin cezadan kurtulabileceği,
şiddet durumunda verilecek tedbir kararlarının sürelerinin kısaltılması, aile hukukuna yönelik davaların “ailenin
bütünlüğü”nü sağlama gerekçesi ile kapalı yapılması gibi hususlar yer almıştır.

5 http://www.kadinininsanhaklari.org/tecavuzu-erken-ve-zorla-evlilikleri-ve-cocuk-istismarini-mesrulastiracakhicbir-yasal-degisikligi-kabul-etmiyoruz/

6 http://ka-der.org.tr/yerel-secimlerde-kadin-adaylar-yine-gormezden-gelindi/